*
Liseye başladığım ilk yılın yazıydı. Bilekleri o ince kırmızı iplerle bağlı iki insanin Ay'a bakarak birbirleriyle konuşmalarının mümkün olduğuyla ilgili bir hikaye yazmıştım. Yazardım çok. Hatırlarsın, onunla da yazmaktan konuşurduk. Heyecanla yazdıklarımızı birbirimize yollardık.
İşte Tuhafcım, birkaç gündür aklıma düştü o hikayeler. Rüyalarım göğüs kafesimden çıkan ve sırayla sahile gömülen yedi siyah yılana çıktı. Ben de korktum. Akşamları isimlerini bilmediğim umacılar beni kovalıyormuş gibi aceleyle yürümeye başladım. Dolunaya baktım, yağmur yağarken ağladım. İçimdeki cehenneme de yağardı belki, kim bilir. Aynı yazdığım hikayelerdeki kahramanlar gibi, öyle olur sandım.
Ben yazmıştım öyle. Yazmamış mıydım! Ay'a bakardınız ve içinizden birisiyle konuşabilirdiniz . Sözcüklere gerek kalmaz, en iyi cümleler sizin anladığınız şeyin hissini vermezdi. Başka birinin sesini içinizde duymaya başladığınız zaman artık anlardınız. Büyü başlardı. Harfler artık bir anlam ifade eder, betimlemeler bu anı bekliyormuş gibi sıraya girerdi. Gökler bir anda ışımaz, belki bütün karanlıklar aydınlanmazdı. Ama omuzlarınızdaki yükler birer birer azalırdı.
Hikayeymiş, masalmış. İnandığım bir masal. Çünkü içimin mavi alevi bir parça soğumadı.
Yağmurun altında kaldım. Gözlerimi kapattım. Küçük bir kız oldum yeniden, gurur duyduğum yetişkinliği bir kenara bıraktım. Hatta gökyüzünde kocaman bir ay olduğum ve önümden yıldızların birer birer kaydığı yıllara gittim.
Koşmaya başladım endişe içinde. Etrafa baktım. Denizi aradım. Öyleydi ya, bir deniz aramış göl bulmuştum. Bu kez yalancı gölü bile bulamadım. Herkes köşesini kapmıştı, etrafıma yalandan ağaçlar dikilmişti. Ağaçların yalandan olduğunu anlamıştım.
Sonra da gözümü açtım. Çünkü içime yağmur yağmadı. Mavi alev duvarlara yansıdı. Omuzlarımdaki yükler azalmadı. Kafasının içinde kimse benim sesimi duymadı. Ben de elime kalemi alıp sana bu yazıyı yazdım.
"İnandığım masallar, benim değil" dedim kendi kendime. Hepsi yalandı.
Masallar, hiç benim olmamışlardı.
Yorumlar
Yorum Gönder