Ana içeriğe atla

Kendin ol-ma !

 Birilerine moral düzeltmeye ve ilham vermeye çalışan herkesin diline takılmış bir ifade; kendin ol.

"Sadece kendin ol, yeter.” Sahi yeter mi? 



Daha da önemlisi, kendim kimim de o olacağım?!

Bu noktada, geçtiğimiz senelerde ilk kez Ali Abdaal'dan duyduğum haklı bir tavsiye geliyor :Kendini seç.

İyi de nasıl oluyor bu kendini seçmek.

Kendimizi bırakıp bambaşka biri mi olmalıyız.

Cevap hayır.

Olduğumuz kişiyi yansıtmak istememiz tabii ki normal. Tabii ki olduğumuz kişiyi göstermek istiyoruz. Ancak basitçe düşündüğümüzde yalnızca şuan olduğumuz kişiye odaklanmak geçmişin oluşturduğu kişiyle uğraşmak demek.

Ya gelecek?

Gelecek nerede?

Değiştirmek istediğimiz ufak bir şey de mi yok? Henüz ulaşılmamış bir hedef, bir hayal… Bunlar için sizce de farklı bir şey denenmesi gerekmiyor mu?

Nörolog Nusret Pezeşkiyan’ın bir sözü var.

“Daha önce hiç sahip olmadığın bir şeye sahip olmak istiyorsan, daha önce hiç yapmadığın bir şey yapmalısın.”

Kendinizi seçmek demek kendi seçtiğiniz kişi olmak için çabalamaya başlamak demek. Yetenekler üzerinde çalışmak, kendine ne ekleyeceğini seçmek demek.

Birçok insan bu kendini seçme fikrini (toksikliğe kaçma ihtimali olsa da ) “başkaları yerine kendini seç” mottosuyla da destekliyor. İnsanlarla kuracağımız ilişkilerde kendi sınırlarımızı belirlemek,

Olduğunuz kişinin daha iyi bir versiyonunu, veyahut kendinizden neler beklediğinizi bir düşünün. Ne değişsin istersiniz? Hangi versiyonunuzu seçersiniz, hangi kendiniz olmak istersiniz?

İşte bu yüzden yazıya son verirken Nazım’ın şiirine bir gönderme yapmak istiyorum.

Olmak istediğim en iyi versiyonum henüz olmadığım versiyondur.

Henüz olmaya çabaladığım versiyonumdur.

Sevgiler.

G

200922

INSTAGRAM HESABI İÇİN TIKTIK^^ 


Yararlanılan Kaynaklar:

https://medium.com/mind-cafe/how-to-choose-yourself-a2fb8fa07c7e

https://www.minimalismmadesimple.com/home/choosing-yourself/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Normal İnsanlar Kitap Yorumu

           Taylor Swift’in övdüğü bir yazar Sally Rooney. Her yerde gördüğümüz, çok övülen bir kitap, hatta dizisi de var. Çok büyük bir beklentiyle başladım haliyle… Hazırsanız yazmaya başlıyorum. Kitabın alışılmışın dışında bir yazım tekniği var. Diyaloglar kısa çizgiyle değil cümlelerin içinde verilmiş. İlk başta zor geliyor okuması. Sonra seviyorsunuz. Ben sevdim en azından böyle bir tarzı okumayı. Edebi açıdan belli bir sıkıntı var kitapta. Taylor Swift karakterlerin beyninin içine girmiş gibi hissetmiş. Bense yakın bir arkadaşım tanıdığı insanların hikayesini bana anlatıyormuş gibi geldi. İlgiyle dinledim, ama kapıda kaldım. Sevgileri bana hissiyatı vermedi çünkü kavrayamadım… Açıkçası karakterler anlaşılmıyor ve bu çeviriden de kaynaklanmıyor. Özellikle de Marianne. Bir süre için görece daha yapıcı bir karakter olsa da en çok o kaçtı. Başına bir şey gelince kaçıp kendini ve başkalarını yokluğuyla cezalandıran biri. Hikayenin gidişatı kesik kesik...

inandığım masallar*

   *   Liseye başladığım ilk yılın yazıydı . Bilekleri o ince kırmızı iplerle bağlı iki insanin Ay'a bakarak birbirleriyle konuşmalarının mümkün olduğuyla ilgili bir hikaye yazmıştım. Yazardım çok. Hatırlarsın, onunla da yazmaktan konuşurduk. Heyecanla yazdıklarımızı birbirimize yollardık.  İşte Tuhafcım, birkaç gündür  aklıma düştü o hikayeler. Rüyalarım göğüs kafesimden çıkan ve sırayla sahile gömülen yedi siyah yılana çıktı. Ben de korktum. Akşamları isimlerini bilmediğim umacılar beni kovalıyormuş gibi aceleyle yürümeye başladım. Dolunaya baktım, yağmur yağarken ağladım. İçimdeki cehenneme de yağardı belki, kim bilir. Aynı yazdığım hikayelerdeki kahramanlar gibi, öyle olur sandım.  Ben yazmıştım öyle. Yazmamış mıydım! Ay'a bakardınız ve içinizden birisiyle konuşabilirdiniz . Sözcüklere gerek kalmaz, en iyi cümleler sizin anladığınız şeyin hissini vermezdi. Başka birinin sesini içinizde duymaya başladığınız zaman artık anlardınız. Büyü başlardı. Harfler ...

belki de hayat o kadar gizemli değildir

      Hayatım boyunca yaşadığım her şeyin içinde bir anlam aradım. Küçüktüm. Duyduğum seslerin her birini mesaj varsaydım. Tecrübesizdim; kitapları elime aldığımda rastgele bir sayfa açardım. Kim bilir, okuduğum tek bir kelime hayatımı değiştirebilirdi. Böyle inandım hep. Haliyle kayboldum. Sonra da duruldum. Çünkü çok yorulmuştum, her fısıltıya bir kılıf bulmaktan. Her titreşimin ardında bir mana olacağını sanmaktan.Yaza özenmiş bir mart ayının son günü, küçük şehrim beni hafif bir esintiyle karşılıyor. Ben bunları düşünürken kendi kendime, adımlarımı sıklaştırıyorum. Küçük şehrin küçük meydanını geçiyorum. İçimde engel olunamaz bir yazma isteği beliriyor. Kelimelerimin kaybolmasını engellemek bir vazife haline geliyor. İçimde yazmaktan sorumlu bir komutan var. Emirlerini dinliyorum. Sağ tarafımdaki otobüs durağına yaslanıyorum. Durağın yanında öylece dikiliyorum ilk başta. Sonra birisine mesaj yolluyormuş gibi yapıp bu yazıyı harflere geçiriyorum.  İsmim gizem...