Ana içeriğe atla

pomodoro abartılıyor.

 (kişisel bir eleştiri)

Önce ilgimizi çeken, daha sonra her yerde görmeniz sebebiyle artık bıktığımız bir kavram oldu Pomodoro . Bilmeyeni yoktur sanıyorum ama, kendisi 25 dakikalık etütlerden ve 5 dakikalık molalardan oluşan bir zaman yönetimi taktiği. Kendini çalışmaya zor ikna eden biri olarak çalışma taktiklerinin çoğunu denediğimden, hakkında konuşmaya hakkım olduğunu düşünüyorum.

Niçin pomodoro ile çalışmamalısın? 🍅

*Çalışma etütlerini kesin olarak bölmesi sebebiyle, mola vermek istemediğimiz zamanlarda da alarm yüzünden çalışmayı durduruyoruz.

*Uzun vadede odaklanma sürelerimizi kısaltıyor; 25dakikayla çalışmaya alıştıktan sonra artık diğer etütlerde de 25 dakikada bir dağılmaya başlıyoruz.

*Molalar odaklanma süreçlerini yeniden başlatıyor, her seferinde alışma sürecini yeniden atlatmamız gerekiyor.

*Fazla çalışmış hissi verdiği için günlük olarak daha az çalışma saatleri elde ediyoruz.


Pomodorodan nefret mi edelim ? 🍅

Kesinlikle hayır. 

Uzun çalışma saatlerim olsa da hala pomodoroyla çalıştığım günler oluyor. Çünkü, insanı moda sokuyor. Kendinize meydan okumuş gibi hissediyorsunuz. Görevler parçalara ayrıldığı için gözümüzde büyümesini engelliyor. Özellikle, çalışmakta zorlandığım günlerde önce bir pomodoro etütünü tamamlıyorum. Çoğunlukla sayaçla çalıştığım için de ilk etütlerden sonra saati 50 dakikaya ayarlıyorum.


Uygulama önerisi:  PowerPom 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Normal İnsanlar Kitap Yorumu

           Taylor Swift’in övdüğü bir yazar Sally Rooney. Her yerde gördüğümüz, çok övülen bir kitap, hatta dizisi de var. Çok büyük bir beklentiyle başladım haliyle… Hazırsanız yazmaya başlıyorum. Kitabın alışılmışın dışında bir yazım tekniği var. Diyaloglar kısa çizgiyle değil cümlelerin içinde verilmiş. İlk başta zor geliyor okuması. Sonra seviyorsunuz. Ben sevdim en azından böyle bir tarzı okumayı. Edebi açıdan belli bir sıkıntı var kitapta. Taylor Swift karakterlerin beyninin içine girmiş gibi hissetmiş. Bense yakın bir arkadaşım tanıdığı insanların hikayesini bana anlatıyormuş gibi geldi. İlgiyle dinledim, ama kapıda kaldım. Sevgileri bana hissiyatı vermedi çünkü kavrayamadım… Açıkçası karakterler anlaşılmıyor ve bu çeviriden de kaynaklanmıyor. Özellikle de Marianne. Bir süre için görece daha yapıcı bir karakter olsa da en çok o kaçtı. Başına bir şey gelince kaçıp kendini ve başkalarını yokluğuyla cezalandıran biri. Hikayenin gidişatı kesik kesik...

inandığım masallar*

   *   Liseye başladığım ilk yılın yazıydı . Bilekleri o ince kırmızı iplerle bağlı iki insanin Ay'a bakarak birbirleriyle konuşmalarının mümkün olduğuyla ilgili bir hikaye yazmıştım. Yazardım çok. Hatırlarsın, onunla da yazmaktan konuşurduk. Heyecanla yazdıklarımızı birbirimize yollardık.  İşte Tuhafcım, birkaç gündür  aklıma düştü o hikayeler. Rüyalarım göğüs kafesimden çıkan ve sırayla sahile gömülen yedi siyah yılana çıktı. Ben de korktum. Akşamları isimlerini bilmediğim umacılar beni kovalıyormuş gibi aceleyle yürümeye başladım. Dolunaya baktım, yağmur yağarken ağladım. İçimdeki cehenneme de yağardı belki, kim bilir. Aynı yazdığım hikayelerdeki kahramanlar gibi, öyle olur sandım.  Ben yazmıştım öyle. Yazmamış mıydım! Ay'a bakardınız ve içinizden birisiyle konuşabilirdiniz . Sözcüklere gerek kalmaz, en iyi cümleler sizin anladığınız şeyin hissini vermezdi. Başka birinin sesini içinizde duymaya başladığınız zaman artık anlardınız. Büyü başlardı. Harfler ...

belki de hayat o kadar gizemli değildir

      Hayatım boyunca yaşadığım her şeyin içinde bir anlam aradım. Küçüktüm. Duyduğum seslerin her birini mesaj varsaydım. Tecrübesizdim; kitapları elime aldığımda rastgele bir sayfa açardım. Kim bilir, okuduğum tek bir kelime hayatımı değiştirebilirdi. Böyle inandım hep. Haliyle kayboldum. Sonra da duruldum. Çünkü çok yorulmuştum, her fısıltıya bir kılıf bulmaktan. Her titreşimin ardında bir mana olacağını sanmaktan.Yaza özenmiş bir mart ayının son günü, küçük şehrim beni hafif bir esintiyle karşılıyor. Ben bunları düşünürken kendi kendime, adımlarımı sıklaştırıyorum. Küçük şehrin küçük meydanını geçiyorum. İçimde engel olunamaz bir yazma isteği beliriyor. Kelimelerimin kaybolmasını engellemek bir vazife haline geliyor. İçimde yazmaktan sorumlu bir komutan var. Emirlerini dinliyorum. Sağ tarafımdaki otobüs durağına yaslanıyorum. Durağın yanında öylece dikiliyorum ilk başta. Sonra birisine mesaj yolluyormuş gibi yapıp bu yazıyı harflere geçiriyorum.  İsmim gizem...