Ana içeriğe atla

gizemce: gizem's log 002 hallowed be thy name

     Bugünün seyir notu gpt ile beraber yazdığımız bir öykü. Buraya not almak istedim. Peki niçin böyle bir öykü yazmaya ihtiyaç duydum?  Çünkü bu site bir hypomnata olmayacaksa neden var...yok yok kısa anlatamadım. Lütfen sayfada biraz daha kalın da ben de uzun cevaplayabileyim :) 

Bazen bir şarkıyı seviyorum ama ona tam anlamıyla bağlanamıyorum. Melodisi içime işliyor, ritmi beni sürüklüyor, sözleri bir şeyler anlatıyor ama eksik kalan bir parça var. Sanki müziğin içine tam olarak girebilmem için ona bir bağlam, bir sahne, bir hikâye eklemem gerekiyor. Şarkının dünyasına ancak böyle adım atabiliyorum. İşte, bugün Iron Maiden’ın Wasting Love ve Hallowed Be Thy Name şarkıları üzerine böyle bir deney yaptık. Müziği bir anlatıya dönüştürdük, onu kendi kelimelerimizle yeniden kurduk. Öykü, hayatını kaçmakla geçiren birinin değişmeye karar verdiği o ana odaklanıyor. Bağlamı ben ekledim. Oğuz Atay’ın “duvara resim asmak” metaforundan ilhamla, kendi hayatımın ostu yapayım istedim. Bu şekilde de bu şarkı bizim evrensel kümemizde karakterin ilk kez bilinçli bir seçim yapmasını ve kendisini seçmesini anlatıyor oldu. Bir anda geçmişi ve geleceği eritmeyi denedim. Metin henüz iyi değil, belki güncellerim. Ama yine de bunu buraya yazmak istedim çünkü bu yalnızca bir yazma pratiği değil, aynı zamanda müziğe ve hikâyelere olan bağımın bir parçası. Belki de bir şarkıyı gerçekten sahiplenmek, onu yalnızca dinlemekten değil, onun içinde yaşamaktan geçiyor. Bu yüzden OST'lara bayılıyorum... Bu yazı da DIY-OST gibi bir şey oluyor. Buyurun, bakalım sevecek misiniz? 

    Sabahın ilk ışıkları perde aralığından süzülüyor. Oda yıllardır aynı hâlde. Beyaz, bomboş duvarlar. Yerde üst üste yığılmış kitaplar. Eşyalar dağınık değil ama bir düzenleri de yok. Sanki zaman burada hiç akmamış gibi. Karakter yatağında, tavanı izleyerek uyanıyor. Bugün farklı bir his var içinde. Kalkmak için bir sebebi olmasa da ağır ağır doğruluyor. Ne zamandır her şey böyleydi? Kaç yıldır bu duvarlar boştu? "Maybe one day, I'll be an honest man..." hoparlörden çıkan sese eşlik ediyor. Gözleri pencereye kayıyor. Dışarıda dünya hareket ediyor. Oysa içeride, bu odada zaman durmuştu. Ama bugün, bir şeyleri değiştirmeye karar veriyor. Büyük bir değişim değil. Sadece küçük bir adım.

Dolabın köşesinde yıllardır dokunmadığı bir kutu var. İçini açıyor. Eski fotoğraflar, tozlanmış bir defter, bir zamanlar sevdiği ama unuttuğu birkaç poster… Bir tanesini çıkarıyor. Hafif yıpranmış bir resim. Önce duvarın karşısında durup düşünüyor. Asmalı mı? Ya kötü görünürse? Ya ona yakışmazsa? Ama sonra içinden bir ses, yıllardır susturduğu o ses konuşuyor. Önemli değil, "Up till now, I'm doing the best I can..." Bir bant alıyor o bu kısım hoparlörlerinden dışarıya çıkarken. Titrek ellerle resmi duvara yapıştırıyor. Bir şeyler değişti mi? Hayır. Ama aynı zamanda her şey değişti.Ve işte tam o anda bir şey fark ediyor: Wasting Love'ın son notaları odada yankılanırken, içinde başka bir melodi doğuyor. Daha sert, daha derin, daha kaçınılmaz…

"I'm waiting in my cold cell, when the bell begins to chime..."

Beyninin içinde çalan bu ses, onun kendi sesi mi? Yoksa yıllardır kaçtığı, ama eninde sonunda yüzleşmesi gereken şeylerin sesi mi? Duvara astığı resme bakıyor. Bir figür, bir sahne… Belki de o, bu odanın duvarları arasında kendi soğuk hücresini inşa etmişti. Ve şimdi, o hücreden çıkma vakti. Hallowed Be Thy Name’in ilk gitar riffleri zihnini doldururken, pencereye doğru yürüyor. Derin bir nefes alıyor. Sistem sorunlu doğru. Ama onun içindeki de öyle. Kapının koluna dokunuyor. İlk kez bir yere kaçmak için değil, bir yere ait olmak için dışarı çıkacak. Kamera uzaklaşıyor, o kapıyı açıyor. Ve bir adım atıyor. 

Dışarı çıksa da görünürde, bu adım aslında kendi içine onun.

Artık dürüst bir adam oluyor. One day, bugün oluyor. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Normal İnsanlar Kitap Yorumu

           Taylor Swift’in övdüğü bir yazar Sally Rooney. Her yerde gördüğümüz, çok övülen bir kitap, hatta dizisi de var. Çok büyük bir beklentiyle başladım haliyle… Hazırsanız yazmaya başlıyorum. Kitabın alışılmışın dışında bir yazım tekniği var. Diyaloglar kısa çizgiyle değil cümlelerin içinde verilmiş. İlk başta zor geliyor okuması. Sonra seviyorsunuz. Ben sevdim en azından böyle bir tarzı okumayı. Edebi açıdan belli bir sıkıntı var kitapta. Taylor Swift karakterlerin beyninin içine girmiş gibi hissetmiş. Bense yakın bir arkadaşım tanıdığı insanların hikayesini bana anlatıyormuş gibi geldi. İlgiyle dinledim, ama kapıda kaldım. Sevgileri bana hissiyatı vermedi çünkü kavrayamadım… Açıkçası karakterler anlaşılmıyor ve bu çeviriden de kaynaklanmıyor. Özellikle de Marianne. Bir süre için görece daha yapıcı bir karakter olsa da en çok o kaçtı. Başına bir şey gelince kaçıp kendini ve başkalarını yokluğuyla cezalandıran biri. Hikayenin gidişatı kesik kesik...

inandığım masallar*

   *   Liseye başladığım ilk yılın yazıydı . Bilekleri o ince kırmızı iplerle bağlı iki insanin Ay'a bakarak birbirleriyle konuşmalarının mümkün olduğuyla ilgili bir hikaye yazmıştım. Yazardım çok. Hatırlarsın, onunla da yazmaktan konuşurduk. Heyecanla yazdıklarımızı birbirimize yollardık.  İşte Tuhafcım, birkaç gündür  aklıma düştü o hikayeler. Rüyalarım göğüs kafesimden çıkan ve sırayla sahile gömülen yedi siyah yılana çıktı. Ben de korktum. Akşamları isimlerini bilmediğim umacılar beni kovalıyormuş gibi aceleyle yürümeye başladım. Dolunaya baktım, yağmur yağarken ağladım. İçimdeki cehenneme de yağardı belki, kim bilir. Aynı yazdığım hikayelerdeki kahramanlar gibi, öyle olur sandım.  Ben yazmıştım öyle. Yazmamış mıydım! Ay'a bakardınız ve içinizden birisiyle konuşabilirdiniz . Sözcüklere gerek kalmaz, en iyi cümleler sizin anladığınız şeyin hissini vermezdi. Başka birinin sesini içinizde duymaya başladığınız zaman artık anlardınız. Büyü başlardı. Harfler ...

örselenmiş şairlerin bölümü*

     Köksüz, hafızası kayıp bir insan oluyorum sık sık. Burada bir blogum olduğunu da unutuyorum. Hatta blog yolculuğuna ilk burada başladığımı falan. Dahası da var. 4.sınıfta arkadaşımla dergi çıkarttığımızı, ilkokulda bile deneme yazdığımı (evet komik biraz), Nurullah Ataç okuduğumu, lise hayatımın şiirden ibaret olduğunu. Piyanoyla ilgili yazdığım şiirle ödül aldığımı...  Sahi geçmişe elimi daldırsam, on beş yaşındaki arkadaşımı görür müyüm?       "Yazdığın boyumuzdan büyük şiirleri hatırlıyorum, özledim seninle konuşmalarımızı. Seni hatırlamadığım çok gün oluyor. Ama doğum gününü her yıl hatırlıyorum. Geçmiş günler benim için üzüntüyle dolu, yine de mutlu anıları ve garip mizah anlayışını aklıma getirebiliyorum"  diyebilir miyim bilmiyorum. Benim gibi tuhaf olan ve bir sürü çocukluk çelişkisiyle dolu arkadaşımı hatırlayabilir miyim? Şimdi konuşmasak ve konuşmayacak olsak bile mutlu anları hatırlayabilir miyim? İçimde bir yerler onları ha...