Bugünün seyir notu gpt ile beraber yazdığımız bir öykü. Buraya not almak istedim. Peki niçin böyle bir öykü yazmaya ihtiyaç duydum? Çünkü bu site bir hypomnata olmayacaksa neden var...yok yok kısa anlatamadım. Lütfen sayfada biraz daha kalın da ben de uzun cevaplayabileyim :)
Bazen bir şarkıyı seviyorum ama ona tam anlamıyla bağlanamıyorum. Melodisi içime işliyor, ritmi beni sürüklüyor, sözleri bir şeyler anlatıyor ama eksik kalan bir parça var. Sanki müziğin içine tam olarak girebilmem için ona bir bağlam, bir sahne, bir hikâye eklemem gerekiyor. Şarkının dünyasına ancak böyle adım atabiliyorum. İşte, bugün Iron Maiden’ın Wasting Love ve Hallowed Be Thy Name şarkıları üzerine böyle bir deney yaptık. Müziği bir anlatıya dönüştürdük, onu kendi kelimelerimizle yeniden kurduk. Öykü, hayatını kaçmakla geçiren birinin değişmeye karar verdiği o ana odaklanıyor. Bağlamı ben ekledim. Oğuz Atay’ın “duvara resim asmak” metaforundan ilhamla, kendi hayatımın ostu yapayım istedim. Bu şekilde de bu şarkı bizim evrensel kümemizde karakterin ilk kez bilinçli bir seçim yapmasını ve kendisini seçmesini anlatıyor oldu. Bir anda geçmişi ve geleceği eritmeyi denedim. Metin henüz iyi değil, belki güncellerim. Ama yine de bunu buraya yazmak istedim çünkü bu yalnızca bir yazma pratiği değil, aynı zamanda müziğe ve hikâyelere olan bağımın bir parçası. Belki de bir şarkıyı gerçekten sahiplenmek, onu yalnızca dinlemekten değil, onun içinde yaşamaktan geçiyor. Bu yüzden OST'lara bayılıyorum... Bu yazı da DIY-OST gibi bir şey oluyor. Buyurun, bakalım sevecek misiniz?
Sabahın ilk ışıkları perde aralığından süzülüyor. Oda yıllardır aynı hâlde. Beyaz, bomboş duvarlar. Yerde üst üste yığılmış kitaplar. Eşyalar dağınık değil ama bir düzenleri de yok. Sanki zaman burada hiç akmamış gibi. Karakter yatağında, tavanı izleyerek uyanıyor. Bugün farklı bir his var içinde. Kalkmak için bir sebebi olmasa da ağır ağır doğruluyor. Ne zamandır her şey böyleydi? Kaç yıldır bu duvarlar boştu? "Maybe one day, I'll be an honest man..." hoparlörden çıkan sese eşlik ediyor. Gözleri pencereye kayıyor. Dışarıda dünya hareket ediyor. Oysa içeride, bu odada zaman durmuştu. Ama bugün, bir şeyleri değiştirmeye karar veriyor. Büyük bir değişim değil. Sadece küçük bir adım.
Dolabın köşesinde yıllardır dokunmadığı bir kutu var. İçini açıyor. Eski fotoğraflar, tozlanmış bir defter, bir zamanlar sevdiği ama unuttuğu birkaç poster… Bir tanesini çıkarıyor. Hafif yıpranmış bir resim. Önce duvarın karşısında durup düşünüyor. Asmalı mı? Ya kötü görünürse? Ya ona yakışmazsa? Ama sonra içinden bir ses, yıllardır susturduğu o ses konuşuyor. Önemli değil, "Up till now, I'm doing the best I can..." Bir bant alıyor o bu kısım hoparlörlerinden dışarıya çıkarken. Titrek ellerle resmi duvara yapıştırıyor. Bir şeyler değişti mi? Hayır. Ama aynı zamanda her şey değişti.Ve işte tam o anda bir şey fark ediyor: Wasting Love'ın son notaları odada yankılanırken, içinde başka bir melodi doğuyor. Daha sert, daha derin, daha kaçınılmaz…
"I'm waiting in my cold cell, when the bell begins to chime..."
Beyninin içinde çalan bu ses, onun kendi sesi mi? Yoksa yıllardır kaçtığı, ama eninde sonunda yüzleşmesi gereken şeylerin sesi mi? Duvara astığı resme bakıyor. Bir figür, bir sahne… Belki de o, bu odanın duvarları arasında kendi soğuk hücresini inşa etmişti. Ve şimdi, o hücreden çıkma vakti. Hallowed Be Thy Name’in ilk gitar riffleri zihnini doldururken, pencereye doğru yürüyor. Derin bir nefes alıyor. Sistem sorunlu doğru. Ama onun içindeki de öyle. Kapının koluna dokunuyor. İlk kez bir yere kaçmak için değil, bir yere ait olmak için dışarı çıkacak. Kamera uzaklaşıyor, o kapıyı açıyor. Ve bir adım atıyor.
Dışarı çıksa da görünürde, bu adım aslında kendi içine onun.
Artık dürüst bir adam oluyor. One day, bugün oluyor.
Yorumlar
Yorum Gönder