Ana içeriğe atla

Kayıtlar

gizemce: gizem's log 004 ruhunun sesini duymak

          Birçok şey arasından bir şeyleri seçmekte zorlanmış biri olarak, geçenlerde fark ettim bunu. Seçimleri yapabilmemin yolu, denizdeki müsilajı sıyırmak gibi, iç sesimden diğer sesleri sıyırmakmış. Bunu anladım işte. Bir köşede — sabahın veya gecenin köründe — bu, bir not defteriyle de olabilir. Veya kendinle konuşarak. Ben de sanki çok gerekli bir baharatmışım gibi her yemekle sofraya konunca, kim olduğumu ve ne yaptığımı unutuyorum. Hüzünlü, sakin kişiliğim saklanıveriyor; lisede yaptığı gibi. Yalandan değil bu kez, ama yolu kaybediyor gibi oluyorum. Korkmuyorum yine de, kızmıyorum da artık kendime. Önüme defterimi alıyorum, zaman kolluyorum. Söylüyorum kendime: Kendi sesini duyana kadar, başkalarının hayatının labirentinden çıkamazsın.

güne erken açan çiçekler gibiyiz (late blommer vs early adopter)

       Diyelim ki yeni bir şey çıktı, yeni bir alan... hemen deneyen biri misiniz, yoksa “Bir bekleyelim bakalım, ne olacak?” diyenlerden mi? Yeni bir hobiye başlamadan önce haftalarca araştırma yapanlardan mı, yoksa “Dur ben bunu bi’ deneyim” diyerek dalanlardan mı? Eğer ilk gruptaysanız, bir early adopter olarak sınıflanıyorsunuz . Bir teknoloji çıkınca çabuk uyum sağlayan treni erken yakalayan birisiniz...   Eğer ikinciyseniz... Durun durun bunlar aslında tam birbirinin karşıtı değil. Ben de ilişkisel bir düşünce serimlemeyi planlıyorum burada. İşin aslı şu ki, bu iki kategori de bir etiket değil, bir strateji, bir alışkanlık, bir değerlendirme biçimi.  Early Adopter olmanın elbette avantajları var. İlk olmanın getirdiği fırsatlardan yararlanırlar ve değişime hızla uyum sağlayarak avantaj kazanırlar. Çoğu zaman çevreleri tarafından farklı görülürler. Hatta tuhaf belki. Youtube'un 2014-2015 zamanlarını düşünün. Duygu Özaslanlar, Orkun Işıtmaklar Enes...

gizemce: gizem's log 003 robinsonculuk mu yoksa da vincicilik mi

       Kendi kendime düşünürken çıkarım yapmayı çok seviyorum, bazen bir uzaylı gibi hissettirse de inanılmaz küçük detayları bazen bilmediğimi "yaşama işi" denilen şeye uzak olduğumu düşündürüyor. Birazdan okuyacağınız şeyler belki herkesin de bildiğini varsaydığınız bir şeydir. Belki de öyledir. Ama hayat bir yolculuksa, bir gemi yolculuğuysa bu satırlardaki kaptan benim. Gelin benim çaylakça yazdığım seyir defterime konuk olun.      Bence bazı insanlar var ki, bir şeyler "uydurmayı" çok seviyorlar. "Uydurmak" diyorum çünkü başkalarına göre hiç münasip olmayan iki ya da daha fazla şey, onlar için bir bütün hâline gelebiliyor... Bu seyir notunda onlardan bahsedeceğim. Nasıl desem, belki sisteme uyum sağlamayı beceremiyorlar, belki de istemiyorlar. Belki de onlar için kıymetli gelmiyor. Ama bir şekilde üretme yoluna giriyorlar. Bir şeyler oluşturuyorlar—ister bir sabun olsun, ister bir tablo, bir şiir ya da bir makine. Kafamın içinde, bu insanların Rob...

gizemce: gizem's log 002 hallowed be thy name

       Bugünün seyir notu gpt ile beraber yazdığımız bir öykü. Buraya not almak istedim. Peki niçin böyle bir öykü yazmaya ihtiyaç duydum?  Çünkü bu site bir hypomnata olmayacaksa neden var...yok yok kısa anlatamadım. Lütfen sayfada biraz daha kalın da ben de uzun cevaplayabileyim :)  Bazen bir şarkıyı seviyorum ama ona tam anlamıyla bağlanamıyorum. Melodisi içime işliyor, ritmi beni sürüklüyor, sözleri bir şeyler anlatıyor ama eksik kalan bir parça var. Sanki müziğin içine tam olarak girebilmem için ona bir bağlam, bir sahne, bir hikâye eklemem gerekiyor. Şarkının dünyasına ancak böyle adım atabiliyorum. İşte, bugün Iron Maiden’ın Wasting Love ve Hallowed Be Thy Name şarkıları üzerine böyle bir deney yaptık. Müziği bir anlatıya dönüştürdük, onu kendi kelimelerimizle yeniden kurduk. Öykü, hayatını kaçmakla geçiren birinin değişmeye karar verdiği o ana odaklanıyor. Bağlamı ben ekledim. Oğuz Atay’ın “duvara resim asmak” metaforundan ilhamla, kendi haya...

gizemce: gizem's log 001 hiçbir şeyi kendinden emin şekilde yapamamak

     Kendi kendime düşünürken çıkarım yapmayı çok seviyorum, bazen bir uzaylı gibi hissettirse de inanılmaz küçük detayları bazen bilmediğimi "yaşama işi" denilen şeye uzak olduğumu düşündürüyor. Birazdan okuyacağınız şeyler belki herkesin de bildiğini varsaydığınız bir şeydir. Belki de öyledir. Ama hayat bir yolculuksa, bir gemi yolculuğuysa bu satırlardaki kaptan benim. Gelin benim çaylakça yazdığım seyir defterime konuk olun.  Hiçbir şeyi kendinden emin yapamamanın, kaynağı bu olabilir mi?       Bir şeyler üzerine yorum yaparken tamamen içimden gelen ve kendi hayat seyrimle eşleşen yorumlar yapmayı seviyorum. Yaşadıklarımdan yola çıkarak öğrendiklerimle birleştirerek konuşturuyorum. Bu şekilde de sanki bir özgünlüğe biricikliğe ulaşmışım gibi geliyor. Geliyormuş. Etrafı toplarken içimden kendime aynı soruyu onuncu kez sorarken fark ettim. Özgün ve biricik yorumların müptelasıymışım. Tabii bu yorumlama biçimi bilimsel konularda işlevsel değilmiş...

belki de hayat o kadar gizemli değildir

      Hayatım boyunca yaşadığım her şeyin içinde bir anlam aradım. Küçüktüm. Duyduğum seslerin her birini mesaj varsaydım. Tecrübesizdim; kitapları elime aldığımda rastgele bir sayfa açardım. Kim bilir, okuduğum tek bir kelime hayatımı değiştirebilirdi. Böyle inandım hep. Haliyle kayboldum. Sonra da duruldum. Çünkü çok yorulmuştum, her fısıltıya bir kılıf bulmaktan. Her titreşimin ardında bir mana olacağını sanmaktan.Yaza özenmiş bir mart ayının son günü, küçük şehrim beni hafif bir esintiyle karşılıyor. Ben bunları düşünürken kendi kendime, adımlarımı sıklaştırıyorum. Küçük şehrin küçük meydanını geçiyorum. İçimde engel olunamaz bir yazma isteği beliriyor. Kelimelerimin kaybolmasını engellemek bir vazife haline geliyor. İçimde yazmaktan sorumlu bir komutan var. Emirlerini dinliyorum. Sağ tarafımdaki otobüs durağına yaslanıyorum. Durağın yanında öylece dikiliyorum ilk başta. Sonra birisine mesaj yolluyormuş gibi yapıp bu yazıyı harflere geçiriyorum.  İsmim gizem...

inandığım masallar*

   *   Liseye başladığım ilk yılın yazıydı . Bilekleri o ince kırmızı iplerle bağlı iki insanin Ay'a bakarak birbirleriyle konuşmalarının mümkün olduğuyla ilgili bir hikaye yazmıştım. Yazardım çok. Hatırlarsın, onunla da yazmaktan konuşurduk. Heyecanla yazdıklarımızı birbirimize yollardık.  İşte Tuhafcım, birkaç gündür  aklıma düştü o hikayeler. Rüyalarım göğüs kafesimden çıkan ve sırayla sahile gömülen yedi siyah yılana çıktı. Ben de korktum. Akşamları isimlerini bilmediğim umacılar beni kovalıyormuş gibi aceleyle yürümeye başladım. Dolunaya baktım, yağmur yağarken ağladım. İçimdeki cehenneme de yağardı belki, kim bilir. Aynı yazdığım hikayelerdeki kahramanlar gibi, öyle olur sandım.  Ben yazmıştım öyle. Yazmamış mıydım! Ay'a bakardınız ve içinizden birisiyle konuşabilirdiniz . Sözcüklere gerek kalmaz, en iyi cümleler sizin anladığınız şeyin hissini vermezdi. Başka birinin sesini içinizde duymaya başladığınız zaman artık anlardınız. Büyü başlardı. Harfler ...